14.5.12

Sevag Balıkçı


''şimdi hiç gidemeyiz, ta toprağın dibine gömüldük. sevag'ı bırakıp gidemeyiz hiçbir yere. ya sev ya terk et dediler bize. biz sevdik ama kendimizi sevdiremedik...''

sarhoşluk bir zayıflık anında

çok öylesine bi yazı olacak gibime geliyor. arkada muammer ketencoğlu çalıyor. ''güzel yarim ayrılık mı var'' vesaire. neyse canım yine çok sarhoşum. aslında hiç istemiyorum böyle olsun, yarım şişe şarabımı içiyim hayat byran olsun istiorum. ama olmuyor. ben de sorguluyorum: arkadaşlıklarım neden böyle diye ama yine oluyor. oysa ben istiyorum -bazne- bırakıyım bu zıkkımı. bu şekilde kg de verniş olurum. ama olmuyor. ben de bilmiyorum neden olmuyor. ay burası da yeni sarhoş günlüğüne dönecek diye çok korkuyorum ama olan benim göbeeee oluyo. göbeğim babamın göbeğine benzicek diye çok korkuyorum. çıtayı çok yükselttim ki; daha fazla yükseltmeme gerek kalmasın. bu arada bir er (pardon) erkek arşım var ve baya bi mutluyum aslında. kendisini pek severim, iyi çociktir. ama herkesin sevmesine gerek yok (benim) gerçi baya bir süredir burlarda ama çok seviyorum sanırım. lüzumsuz bağlaçlar kurdum sanırım:) amaaan olsun ya sonuçta ine benimsin yine benimsin. neyse boşver sarhoşum sonuçta:)

12.5.12

İlk Adam

Yalnızca varlıklarıyla dünyayı doğrulayan, yaşamımıza yardım eden insanlar vardır.

Yalnız bazı bazı sevginize karşılık vermeyi bilemediğim için bağışlayın beni.

Hem sonra, katlanabilmek için fazla iyi anımsamamak gerekir.

Hiç istemeden, yalnızca her biri öteki için, içinde yaşadıkları yoksulluk dolu ve acımasız zorunluluğun temsilcisi olduğundan kötülük ederlerdi birbirlerine.

En azla yetinerek yaşamı sürdürüyorlardı, sıkıntı içinde değillerdi artık, ama alışkanlık yerleşmişti, hem de yaşam karşısında boun eğmiş bir kuşkuları vardı, dirimsel bir biçimde seviyorlardı yaşamı, ama düzenli olarak, hiç geliyorum demeden yıkım doğurduğunu da deneyimleriyle biliyorlardı.

(...)bundan böyle yardımsız öğrenip anlaması, yardımına koşan tek adamın yardımı olmadan adam olması, kısacası, en yüksek fiyatı ödeyerek, kendi başına büyüyüp yetişmesi gerekiyordu.

Bizim kadar salak ve kaba, ama aynı insan kanı. Biraz daha öldüreceğiz birbirimizi, birbirimizin taşaklarını kesecek, birbirimize biraz daha işkence edeceğiz. Sonra gene kendi aramızda yaşamaya başlayacağız. Memleket böyle istiyor.

Bir çocuk kendi başına hiçbir şey değildir, büyükleri temsil eder onu, onlarla tanımlanır...

(...)oysa vatan kavramı Jacques için anlamdan yoksundu, Fransız olduğunu, bunun bir takım görevler getirdiğini bilirdi, ama onun için Fransa kendinden olduğunu söylediğimiz ve bazı bazı bizi kendine isteyen bir yokluktu, ama, şu evinin dışında sözünü duyduğu Tanrı, görünüşe bakılırsa iyilik ve kötülüklerin yüce dağıtıcısı olan, dışardan etkilenemeyen, oysa insanların yazgısını bildiği gibi yönlendiren Tanrı gibi yapardı biraz bunu-

Daha sonra, insanların hukuka saygı gösterir gibi yaptıklarını ama yalnızca gücün önünde eğildiklerini...

(...)bir ilkokul öğretmeni daha çok babaya yakındır, nerdeyse tümden yerini tutar onun, onun gibi kaçınılmazdır, zorunluluğun bir parçasıdır. Öyleyse kendisini sevip sevmeme sorunu gerçekten atılmaz ortaya. Çoğu kez sevilir, çünkü insan kesinlikle ona bağlıdır. Ama çocuk bir de sevmeyecek ya da az sevecek olursa, bağımlılık ve zorunluluk gene de kalır, bunlar da biraz aşkı andırır.

Bulanık bir biçimde insanın sevdiklerine temel konuda yalan söyleyemeyeceğini, çünkü bu durumda artık onlarla yaşayamayacağını, onları sevemeyeceğini sezmekteydi.

Görkemli Kaybedenler

Bağlantı kurma, diye bağırmıştı F. Gerekiyorsa olayları masanın üstüne yan yana diz ama hiçbiri arasında bağlantı kurma!

(...)bir gün gelecek dünyada, bu hedefsiz öpücüklerden başka hiçbir şey istemeyeceksin.


İnsanlar hapşırır F., hepsi bu; bundan lanet bir mucize çıkarmaya kalkma.

Bir insanın doğasındaki en özgün şey, genellikle en umutsuz olanıdır. O yüzden yeni sistemler dünyaya, var olanla yaşamanın acısına katlanamayanlar tarafından getirilir.


Beynin Ebedi Çükü, kovala onun genç mi genç kukucuğunu.


(...)benim bedenim çok daha merkezi, ben acının Moskovası, sizse ancak taşradaki hava durumu istasyonlarısınız.

Bir zebani kafanızı kesecek, kalbinizi çıkaracak, bağırsaklarınızı dökecek, beyninizi emecek, kanınızı içecek, etinizi yiyip kemiklerinizi sıyıracak. Ama ölemeyeceksiniz. Bedeniniz binlerce parçaya ayrılmış olsa bile yeniden canlanacak.

Tarih uğrunda savaşılan davalara aldırmaz; tarih, yalnızca sıra kimde, ona bakar.

Şapkalar, patlamış mısırlar gibi uçuşuyordu havada ve kimsenin kaptığı şapkanın kendisine ait olup olmadığına aldırdığı yoktu çünkü herkesin yakaladığı bir başkasının şapkasıydı.

Lütuf, onu inanç ve şevkle isteyenlerin üzerine yağacak.

Gerçek, parlak ve yeni bir madeni para gibidir ve mücevher kutunuzda çiziklerle kaplanana dek onu harcamak istemezsiniz ve bu, daima iflasın son nostaljik hareketidir.


(...)gizemin yuvamız olduğunu öğrendiğimize sevindik.

Devletin ciddi şekilde kendinden şüphe etmesini istiyorum. Polisin bir limited şirketi haline gelmesini ve borsayla birlikte çökmesini istiyorum. Kilisenin bölümlere ayrılmasını ve filmlerin iki yanında savaşmasını istiyorum. İtiraf ediyorum! İtiraf ediyorum!

Asla çişin varken karar verme.

Ey Hayatın Efendisi, bedenlerimiz bu şeylere muhtaç kalmak zorunda mı?

Gerçeğe takılıp sendeledik, birbirimizi mutlu edebilirdik.

5.5.12

çabucak

bir iki el teması dışında oldukça uzak sayılırdık birbirimize. herkesin kendi dünyası vardı, sadece bir bütün olduğumuzda ısrar ediliyordu. biraz samimi olmaya çalıştığımda hissettiklerimi sevmiyor oluşum yapay hissediyor olmamdandı. o yüzden ''samimi'' halimle aşılamayacak problemlerim var gibiydi. ufak tefek şeylere uyuz oluyordum mesela. uyuz olup geçiyordum gerçi. bir şey de demiyordum. sonrasında gülümsemek zor geliyordu. en aşılamaz problemimizin alkol olduğu şüphesizdi. çok sevdiğim insanlar vardı herkeste olduğu gibi. azlardı ve karşılıklı gibime geliyordu. onlar da aynı şeyleri söylerlerdi bazen. ama abartmazlardı. söylediklerinden de pişmanlık duyarlardı bazen. diğerlerinin aksine çenelerinin iyiliğime çalıştığını bilmek durumu katlanılabilir hale getiriyordu. başka türlü bir şeye de halim kalmamıştı zaten.