7.4.10

Duineser Elegien

"Tuhaf şey elbette, artık şu yeryüzünde oturmamak,
unutmak bundan böyle daha yeni edinilmiş alışkıları,
insanca geleceğin anlamını verememek
güllere, vaatlerle dolu öbür şeylere;
o sonsuz korkulu ellerde ne idiysek
onu artık olmamak ve öz adını bile
koyup gitmek bir kırılmış oyuncak gibi."

~~~

"Her melek korkunçtur. Yine de, eyvah,
sizleri şakıyorum, nerdeyse öldürücü kuşları ruhun,
bilerek sizleri. Hani Tobias'ın yaşadığı çağ?
Işıyanlardan biri durmuştu gösterişsiz kapısında evin,
yol için kılık değiştirmiş biraz, korkunçluğu gitmiş bile;
(delikanlı delikanlıya, nasıl öyle bakıyordu merakla).
O korkunç ulu melek şimdi yıldızların ardından
bize doğru bir adım yanaşıverse,
yüreğimiz ağzımıza gelirdi. Kimlersiniz?"

~~~
 
"…
Bak, biz çiçekler gibi tek bir yılın uzayından
sevmiyoruz; biz severken öncesi düşünülmez
özsu yükseliyor kollarımıza. Ey kızlar,
işte bu: İçimizde seviyoruz biz. Geleceği, bir tek
çocuğu değil, mayalanmakta olanı sayısız;
babaları seviyoruz, yıkılmış dağlar gibi
derinimizde yatan; bir zamanki anaların
kuru dere yatağını -; ses vermez ülkeyi bütün,
o apaçık ya da bulut bulut yazgı
altında-: İşte bu , genç kız, senden öncesi.
**
Sen kendin, ne bilirsin, hangi uzak çağları
dirilttiğini sevenin içinde. Başkalaşmış varlıklardan
hangi duygular yol bulup yükseldi. Ne kadınlar kin duydu sana.
Bilmezsin, ne karanlık adamlar uyandırdın
damarlarında onun. Sana gelmek istedi
ölü çocuklar… Yavaşça, ah yavaşça,
sevgi dolu bir iş yap, güvenilir, gündelik bir iş, onun önünde, -
al onu, bahçelerin oraya götür, gecelerin o büyük
ağırlığını ver ona…
Alıkoy onu…"

~~~

"Ey yaşamın ağaçları, ey ne zaman kışlık?
Uzlaşmış değiliz. Haberli değiliz
biz göçmen kuşlar gibi. İş işten geçince,
apansız yellerin önüne katılıp
konuyoruz aldırmaz gölün üstüne.
Aynı anda biliyoruz çiçeklenmeyi ve solmayı.
Bir yerlerde aslanlar dolaşıyor daha, bilmeden,
aslan oldukları süre, güçsüzlük nedir.
…"

~~~

"…
Bir yer olmalıydı bizim bilmediğimiz, ey melek! Orada
anlatılmaz halı üzerinde göstermeliydi sevenler,
burada ustalığa hiç erişemeyenler
o korkusuz, yüce hünerlerini yürek coşkunluğunun,
istek kulelerini, o uzun zamandır
altında yer olmadığı için yalnız birbirine dayanan
merdivenlerini göstermeliydi sarsılarak-, başarsalardı bunu,
çepeçevre toplanan seyircilerin, sesi çıkmaz ölülerin önünde:
O zaman atar mıydı seyirciler o sonuncu, o hep biriktirilmiş,
hep saklanmış, bizim hiç bilmediğimiz,
mutluluğun sonsuza dek geçer akçelerini atar mıydı, en sonunda
gerçekten gülümseyen çiftin önüne, dinmiş halı
üzerindeki?"

~~~

"Ne zamandan beridir bana anlamlı geliyor, incir ağacı,
neredeyse çiçeklerin bütün atlayarak,
erkenden kararlı yemişlerinin içine
sürüyorsun, övülmeksizin, arık gizini.
Bükülmüş dalların çeşme borusu gibi aşağıya, yukarıya
akıtıyor özsuyu: Uykusundan fışkırıyor o, neredeyse
uyanmadan, en tatlı veriminin mutluluğuna.
Bak: Nasıl kuğuya dolarsa tanrı.
…..Oysa oyalanıyoruz.
bizler çiçek açmanın ününe kapılıp, sonunda olgunlaşan
meyvemizin geçikmiş içine giriyoruz ele verilmişçesine.
Az kimsede böyle zorlu kabarır, yükselir eylem,
ki hemen hazırlardır, yanıp tutuşurlar yürek doluluğuyla,
Çiçeklenmenin baştan çıkarışı ılık bir gece esintisi gibi
gözkapaklarını okşarken, gençliğini ağızlarının:
Yiğitler olsa olsa ve erkenden göçmek için doğmuş olanlar,
ölüm denilen bahçıvan başka türlü bükmüştür damarlarını onların.
Atılıp giderler, kendi gülümseyişlerinin de önünden,
Karnak'taki yumuşak, oyma görüntülerde
atlı arabası gibi o yenen kralın."
~~~

Tansık değil mi bu? Şaş, ey melek, biziz işte,
biz, ey ulu, anlat nasıl elimizden geldi bunlar. Soluğum
yetişmiyor artık övgüye. Demek boşu boşuna yitirmemişiz
gene de o uzayları, o bize bağışlayan, o bizim
uzayları. (Nasıl korkunç büyük olmalılar ki,
binyıllardan beri dolup taşmadılar duyuşumuzla.)
Büyüktü bir kule ama, değil mi? Ey melek, öyleydi,-
büyük senin yanında bile? Chartres büyüktü-, ve musiki
daha da yükseklere ulaştı, bizi aşıp.
Yalnızca bir seven bile-, geceleyin tek başına penceresinde…
senin dizlerine gelemez miydi? -Sanma, seni kazanmaya çalışıyorum.
Ey melek, hem çalışsam da! Gelmezsin. Çünkü benim
çağırışım hep direniş doludur; böyle güçlü
akıntıya karşı yürüyemezsin. Bir gerilmiş
kol gibidir çağırışım. Tutmak için göğe açılmış eli
işte senin karşında açık duruyor,
bir uyarı gibi, savunuş gibi,
ey Kavranmaz, böyle apaçık."

~~~

Kim bizleri böylesine ters çevirmiş,
her ne yapsak yola çıkan
birini andırıyoruz? O nasıl
son tepeden bir daha görünce koyağını,
döner, duraklar ve oyalanırsa-,
öyle yaşıyoruz biz de, vedalaşıyoruz hep."

~~~

Yeryüzü, bu değil mi istediğin: Bir görünmez
uyanış içimizde?-Kurduğun düş bu değil mi,
bir kez görünmez olmak?- Yeryüzü! Görünmez!
Başkalaşım değilse ne, yüklediğin büyük ödev?
Yeryüzü, sevdiğim, istiyorum. İnan, tüm baharların
gerekli değil beni kazanman için-, yalnız bir tanesi,
bir tanesi kanıma çok bile artık.
Ben, adsız, seni seçtim kendime, çok uzaktan.
Her zaman haklıydın sen, senin kutsal buluşundur
dostumuz ölüm.
*
Bak, yaşıyorum işte. Nereden? Ne çocukluk,
ne gelecek azalıyor... Artmışçasına varlık
kaynıyor yüreğimden."

~~~
 
''Gitmesi gerektir artık ölünün; sessizce götürür
Yaşlı Yakınış onu derin boğaza;
orada, ay ışığı altına ışıl ışıl:
Sevinç pınarı. Saygıyla
adını söyler onun, der ki: İnsanlar için
taşıyıcı bir ırmaktır.
*
Dağın eteğinde dururlar.
Sarılır delikanlıya, ağlayarak.
*
Yapayalnız çıkar şimdi ilk-acı dağlarına,
ayak sesleri bile yankılanmaz olur ses vermeyen bahttan''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder